ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ |
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini | Yazarlar Dizini | Kaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi | Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası |
Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri |
REFİK HALİT KARAY’IN ESERLERİNDE II. MEŞRUTİYET ve
“İTTİHAT ve TERAKKİ”
Doç. Dr. Murat KOÇ
TÜBAR-XXX-/2011-Güz/
ÖZ: II. Meşrutiyet döneminde yazı hayatına atılan Refik Halit Ka¬
ray, diğer aydınlar gibi Meşrutiyet’i heyecanla karşılar. Ancak İttihatçı-
lar’ın Meşrutiyet sonrasındaki uygulamaları üzerine hayal kırıklığına uğ¬
rar. Tanık olduğu olaylar üzerine İttihat ve Terakki’ye muhalif bir tavır
sergiler. Sahip olduğu keskin gözlem gücü ve mizahî bakış açısıyla tenkit¬
lerini dile getirir. Bu sebeple hayatının beş yıl sürecek olan ilk sürgününü
yaşar. Bu yazıda Refik Halit Karay’ın eserlerinde II. Meşrutiyet ve İttihat
ve Terakki hakkında yaptığı değerlendirmeler üzerinde durulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Refik Halit Karay, II. Meşrutiyet, İttihat ve
Terakki.
“İttihat and Terakki” and the Second Constitution in the Novels of
Refik Halit Karay
ABSTRACT: The Second Constitutional Era and İttihat ve Terak¬
ki in the Works of Refik Halit Karay
Refik Halit Karay, who begins his writing career during the
Second Constitutional period, appreciates this period with excitement
like the other intellectuals at the beginning. However later on he becomes
dissappointed with the Second Constitutional practices of the Constitu¬
tional Unionists. He shows objections to the Committee of Union and
Progress. Therefore he is forced to live in exile for five years. This study
focuses, in his works the evalutations of Refik Halit Karay about the
Second Constitutional Monarchy and the Constitutional Unionists.
Key Words: Refik Halit Karay, The Second Constitutional, The
Committee of Union and Progress
Refik Halit Karay’ın yazı hayatına atıldığı devir sosyal ve siyasî
açıdan çalkantılı, savaşların ve ciddi bunalımların yaşandığı bir devirdir.
Refik Halit, hem devrin atmosferi hem de mizacı dolayısıyla cereyan
eden meselelere kayıtsız kalmaz. II. Meşrutiyet’i ilân ettirip ülke günde-
Marmara Üni. Fen-Ed. Fak. TDE Böl. muratkoc@marmara.edu.tr
mini belirleyen İttihat ve Terakki’nin uygulamaları da Refik Halit’in eser¬
lerine geniş ölçüde akseder. Refik Halit Karay’ın yolu İttihat ve Terak-
ki’yle bir muhalif olarak kesişir. II. Meşrutiyet’in heyecanlı günlerinde
Refik Halit, gazetelerde yazdığı yazılarla dikkat çeker. Aydın sorumlulu¬
ğu onu gördüğü aksaklıklar üzerinde düşünmeye ve yazmaya sevk eder.
Devrin yöneticileri, Meşrutiyet’le beraber Türk toplumunda türeyen yeni
tipler, hızla değişen devrin slogan hâline getirdiği kelime, kavram ve
semboller, yıkılış psikolojisinin uyandırdığı ruh hâli yazılarında önemli
yer tutar. Refik Halit’in üzerinde durduğu meseleler devri yaşayan diğer
yazarlar ve aydınlar tarafından da dile getirilmiştir. Ancak o, bu mesele¬
leri dile getirirken sıradanlığa düşmez, klişe ifadelere yer vermez. Yazar¬
lığının bütün gücünü konuşturur ve okuyucunun meseleleri farklı bir
perspektiften görmesini sağlar. Mizah gücü1 yazdıklarını daha tesirli hâle
getirir. Anlattıklarını fıkralarla güçlendirir. Nasrettin Hoca fıkraları ve
getirdiği diğer meseller, devrin havasını başka türlü görmemizi sağlar.
Refik Halit’i farklı kılan bir başka nokta da yazılarını kurguya dayalı
olarak anlatmasıdır. Bu sebeple onun yazıları bir gazete yazısı olmaktan
çok, okuyucunun zihninde hayat parçaları şeklinde canlanır ve ayrı bir
tatla okunur. Bu yazılarda genellikle bir kahraman vardır. Bu kahraman
bazen kendisi, bazen bir tanıdığı, bazen de gözlemleyip canlandırdığı bir
insan veya hayvan şeklinde karşımıza çıkar. İnsan dışındaki canlıları da
sembollerle konuşturur. Böylece devri farklı bir açıdan görmemizi sağlar.
Refik Halit’in İttihat ve Terakki’ye yönelen tenkitleri, diğer aydın¬
ların görüşleriyle ortak özellikler taşımaktadır. Refik Halit İttihat ve Te¬
rakki’nin tek söz sahibi olduğu devirde, İttihatçıları ve uygulamalarını
tenkit etme cesaretini gösterir. Mizah gücü ve tesirli dili sebebiyle yazıla¬
rı ilgiyle karşılanır. Bu durum muhalefeti sevmeyen İttihatçıları rahatsız
etmeye başlar. Hiçbir partiye girmediği, aktif politika yapmadığı halde
başına gelen ilk sürgünlüğünün sebebini Kirpi’nin Dedikleri adı altında
topladığı yazılarına bağlar. (Karay 1996: 12) İttihat ve Terakki hakkında
yazdığı tenkit yazıları, ailesinde “tensikata” uğrayanlar olduğu için önce¬
likle şahsî sebeplere bağlanır (Karay 1992: 39) ve bu yazılar sebebiyle
“İttihatçı fedailerinden gelen mavzer kurşunu resimli tehdit mektupları”
(Karay 1996: 144) alır.2
II. Meşrutiyet’in karmakarışık günlerinde, Refik Halit’in etrafında¬
ki halka da gün geçtikçe daralır. 1911 yılında kurulan Hürriyet ve İtilâf
Partisi3, İttihat ve Terakki muhaliflerini tek bir istikamette toplar. Bu
sayede İttihatçılar karşısında bir güç oluşur. Zaman zaman Hürriyet ve
İtilâf yaptığı hamlelerle İttihat ve Terakki’yi zor durumda bırakır. Refik
Halit, Hürriyet ve İtilâfçılar tarafından Beyoğlu Belediye Başkâtipliği’ne
getirilir. Ancak Mahmut Şevket Paşa suikastının ardından İstanbul’dan
Sinop’a gönderilen kafileye dahil edilir. Refik Halit bu durumu İttihat ve
Terakki’ye yönelen bütün tenkit yazıları yanında, özellikle Talât Paşa
hakkında yazdığı bir yazıya bağlar. Talât Paşa’nın geçmişine vurgu yap¬
tığı: “Hırkaya alışanlar birdenbire frak giyerlerse gülünç olurlar.” cümlesi
onun kaderini değiştirir. (Karay 1992: 43-44) Anadolu’nun farklı yerle¬
rinde geçireceği -Sinop, Çorum, Ankara, Bilecik- 5 yıllık sürgünlük baş¬
lar. Bu dönemde yazdığı hikâyeler Ziya Gökalp’ın dikkatini çeker. Ken¬
disini sürgüne gönderen kalemi, bu defa onu kurtararak İstanbul’a dön¬
mesini sağlar.4 Bu, Refik Halit için aslında büyük bir talihtir. Çünkü o,
mizaç itibarıyla kimseden yardım isteyecek bir insan değildir. Refik Ha¬
lit, Ziya Gökalp aracılığıyla Cemal Paşa ile tanışır. Cemal Paşa İttihat ve
Terakki muhaliflerinin korkulu rüyasıdır. “Zulümde ölçüsü, eziyette tera¬
zisi” yoktur ve âdeta Allah tarafından muhaliflerin imhasına memur
edilmiş gibidir. Talât Paşa Brest-Litovsk görüşmeleri için yurtdışına gi¬
dince, ona Cemal Paşa vekâlet eder. Cemal Paşa, Bilecik’te bulunan Re¬
fik Halit’in İstanbul’a gelmesi için on gün sıla izni verir. Refik Halit, bu
izin esnasında görüşmek için makamına gittiği Cemal Paşa’nın karşısında
olmanın uyandırdığı duygu ve düşünceleri yine kendine has üslûbuyla
anlatır. Aşağıdaki satırlarda İttihat ve Terakki’nin demir yumruğu Cemal
Paşa’nın, bir muhalifin gözünden nasıl tasvir edildiğini görüyoruz:
“Bunun bir muhalif için ne mânâ ifade ettiğini İttihatçılarla
tarafsızlar bilmezler. Cemal Paşa? Muhalefet, sakat veya mariz,
herhalde yaşayan bir vücut idi; Cemal Paşa’nın pençesi altında
Bâbıâli vak’asından sonra bir ceset, Mahmut Şevket Paşa hâdise¬
sinde ise bir leş hâline geldi; tırnaklarını sokup bu iri cesedi ga¬
gasıyla didikleyen ve üstünde kanat gerip gezinen yırtıcı kuş da o
idi. Veyahut da hani bir çocuk oyunu vardı: Şuraya bir kuş kon¬
muş, bu tutmuş, bu yolmuş, bu pişirmiş, bu yemiş, bu da mektepten
gelmiş, hani bana demiş... Onun zıddına Bâbıâli’ye konmuş olan
muhalefet kuşunu tutup yolan, pişiren, yiyen ve başka kimseye pay
bırakmadan ortadan silip süpüren yalnız bir kişi idi; Cemal Paşa
idi.” (Karay 1992: 51)
Cemal Paşa bu görüşmede Refik Halit’e sitemlerde bulunur. Bu si¬
temin hedefi İttihatçıların hiç sevmediği Refik Halit’in kalemi, üslûbu ve
muhalif tavrıdır. Ancak Cemal Paşa muhalif tavrına rağmen, kalem kud¬
reti ve Ziya Gökalp’ın aracılığından dolayı Refik Halit’in İstanbul’da
kalmasını sağlar. Bu dönüşten sonra Refik Halit’e zaman zaman yardım¬
larda da bulunur. Refik Halit daha sonra bu sürgünlüğü de mizahî bakı¬
şıyla değerlendirecek ve okuyucunun dikkatini farklı bir noktaya çeke¬
cektir. “Bir Keyif de Budur...” (Karay 1939/2: 99-101) adlı yazısında
İttihat ve Terakki tarafından sürgüne gönderileceği esnadaki durumunu
mizahî bir şekilde anlatır. Muhalifler gün gün toplanırken, o da her an
tutuklanma korkusu yaşar. Ancak bu korkuyu yıllar sonra farklı bir çeş¬
niyle hatırlar. “Velinimetim, Sebeb-i Hayatım Cemiyet” (Karay 1939/2:
105-109) yazısında Cemiyet’in kendisini suikastla ortadan kaldırmak
veya asmak yerine sürgüne göndererek hayatını iki defa kurtardığını dile
getirir. İlkinde gazetelerde yazdığı yazılardan dolayı uğrayacağı suikast¬
lardan sürgünlük sayesinde kurtulur. İkincisinde ise savaş sırasında -
askeri aleyhte kışkırtabilir düşüncesiyle- Refik Halit’i askere almazlar.
Bu sebeple savaşta ölmekten de kurtulur ve İttihatçılara iki defa minnettar
kaldığını söyler.
Refik Halit İstanbul’a döndükten sonra, Ziya Gökalp tarafından
Yeni Mecmua’ya davet edilir. Bu dönemde Merkez-i Umumî’ye de gidip
gelmeye başlar. “Ortada Kabahatli Yok”, “Sakın Aldanma, İnanma,
Kanma!” adlı yazıları İttihatçılardan farklı bir ilgi görmesini sağlar ve
etraftan İttihatçı damgası yemesine sebep olur. İttihatçılarla yakınlaşma¬
sını başlangıçta kendisi de sorgular. Beş yıl kendisini süründüren bu in¬
sanlar arasında neden kaldığını ise şöyle izah eder: “Hususiyle dün yazı¬
larımdan dolayı beni sürmüşlerdi, bugün; yazılarımdan dolayı tutuyorlar¬
dı. İşte onun içindir ki bir tuhaf gurur duyuyor ve işte gene bu düşünce¬
lerdir ki Umumî Merkez kapısından, yarı mahcup, yarı mağrur, birbirine
zıt iki his altında daima heyecanlı giriyordum.” (Karay 1992: 35)
Ancak İttihat ve Terakki’yi savaştan sorumlu tutan ve İttihatçı li¬
derlerin kaçışlarını sorgulayan “Efendiler Nereye?” adlı yazısı, onun İtti¬
hatçı olduğu yolundaki bu düşünceleri boşa çıkarır. İttihatçılar yüzünden
yaşadığı ve beş yıl sonra İstanbul’a dönebildiği bu sürgünlük, Refik Ha-
lit’te derin yaralar açmıştır. Hürriyet ve İtilâf’a aktif olarak girmesinin
sebebini de bu sürgünlüğe bağlar: “Ben ne şöhret, ne makam hırsı ile
fırkacı oldum. Beni Hürriyet ve İtilâf’a sokan Damat Ferit Paşa değildir;
aleyhimde sorgusuz cevapsız sürgün kararını verdiği için Talât Paşa’dır,
Cemal Paşa’dır!” (Karay 1992: 46)
Refik Halit, içinde yer almakla beraber Hürriyet ve İtilâf Partisi
mensuplarının da yanlış uygulamalarını tenkit etmekten geri kalmaz.
Çünkü o, kendi ifadesiyle yanlış gördüğü her şeye muhalefet etmeyi gö¬
rev bilen bir insandır. Bu bakımdan yazılarında zaman zaman muhalif
kişiliği üzerinde de durur. Kendisini tarih içinde muhalefet eden tüm ruh¬
larla bir tutar.5
Refik Halit’in Hürriyet ve İtilâf hakkındaki ilk tespiti, bu partinin
yekpare bir görünüm arz etmediğidir. Parti, bünyesindekileri ortak fikirler
etrafında toplayamamıştır. Onları bir araya toplayan tek nokta, İttihat ve
Terakki düşmanlığıdır. Bu partidekilerin de İttihat ve Terakki mensupları
gibi komitacı metotlarını bir çözüm olarak görmelerinden rahatsızlık
duyan Refik Halit, fikir hürriyeti ve parlamenter Meşrutiyetin yerleşmesi
konusunda taviz vermez. Bu sebeple Hürriyet ve İtilâfçılar, İttihatçılar
gibi davrandıklarında ve komitacı metotlarla iktidara gelmek hülyasına
kapıldıklarında onları da tenkit etmekten kaçınmaz. Hürriyet ve İtilâf’a
katıldıktan sonra parti hakkındaki fikirleri de değişir. Onların da çok ten¬
kit ettikleri İttihatçıların tavrını benimsemiş olduklarını üzülerek tespit
eder ve bu grubun da kendini iktidar rüyasına kaptırdığını anlar. Refik
Halit, memleketin durumundan İttihat ve Terakki’nin politikalarına alter¬
natif politika üretmeyen Hürriyet ve İtilâf’ı da sorumlu tutar: “Aslında
memleketi felâkete, başka başka sebeplerle bu iki parti el değiştire değiş-
tire sürüklemiştir.” (Karay 1996: 14)
Refik Halit, Hürriyet ve İtilâf’ı daha sonra böyle tenkit etmekle be¬
raber, partinin çalışmalarında yer almış, hatta Posta Telgraf Umum Mü¬
dürü görevini kabul etmiştir.6 Bu bakımdan Hürriyet ve İtilâf’a yönelen
tenkitlerini aradan geçen zamanın kazandırdığı tecrübelere, tarihî olayla¬
rın doğurduğu bazı olumsuz ve ders verici sonuçlara bağlamak gerekir.
Bu genel çerçeveden sonra, Refik Halit’in tenkitlerini, devre ve İttihat ve
Terakki’ye bakışını şu noktalar etrafında toplayabiliriz:
I-II. Meşrutiyet yahut “II. Devr-i istibdat”
Hürriyet vaadiyle Meşrutiyet’i ilân ettiren İttihat ve Terakki, daha
sonraki uygulamalarıyla II. Abdülhamit dönemini aratacak bir istibdat
getirmiştir. Bu durum Meşrutiyeti heyecanla karşılayan halkta ve aydın¬
larda büyük hayal kırıklığına sebep olmuştur. Meşrutiyet sonrasında ya¬
şananları bir bütün olarak değerlendiren Refik Halit, İttihat ve Terakki’yi
şöyle tanımlar: “Zaten İttihat ve Terakki idaresi kısaca şudur: Milletin
kanım akıtma ve kanım kurutma.” (Karay 1996: 154) Öyle ki zaman
içinde İttihat ve Terakki’nin keyfî uygulamaları ve muhalifler karşısında¬
ki tavrı, bu devrin “II. Devr-i istibdat” şeklinde anılmasına sebep olmuş¬
tur.
“Göz ile Görünmez, El ile Tutulmaz Bir Kumaş” (Karay 1940/2:
136-140) adlı yazısında Refik Halit, İttihatçıların muhalefet üzerindeki
baskısına yer vererek Meşrutiyet öncesinin ve sonrasının farklı olmadığı¬
nı vurgular. İstibdadı ortadan kaldırmak amacıyla gelen İttihatçıların ül¬
kede hiçbir şeyi değiştirmediğini, yeni bir istibdat getirdiğini savunur ve
bu yazıyla Meşrutiyet karşısındaki hayal kırıklığını ortaya koyar. İttihat
ve Terakki sistemli bir programla yola çıkmamış, Meşrutiyet sonrasında
iyi bir idare kuramamıştır. İttihatçılar kendilerine yönelen tenkidin sebep¬
leri üzerinde düşünmek yerine, muhalifleri susturmayı iktidarda kalmanın
bir yolu olarak görmüşlerdir. Refik Halit yazısında fikirlerini kuvvetlen¬
dirmek için “Kral Çıplak” meselini anlatır ve İttihat ve Terakki’yle ilgili
kıssadan hisse çıkarır: “Bu gözle görünmez, elle tutulmaz matah: bizdeki
Meşrutiyet, çırılçıplak kalan kimse: millet; soyup soğana çeviren serseri
dokuyucular da: elmalûm Cemiyet’tir...” (s. 140)
Refik Halit, “İkinci On Temmuza, Kadar” (Karay 1940/2: 141-146)
adlı yazısında Meşrutiyet’in ikinci yılında İttihatçıların getirdiği idareyi
değerlendirir. Bu yazıda İttihat ve Terakki’yi; adaletli bir yönetim kur¬
madığı, fikir hürriyeti namına bir şey bırakmadığı, muhalifleri -bilhassa
da basını- susturduğu, gazeteci cinayetlerini organize ettiği, ehil olmayan¬
ları iş başına getirdiği, seçimlerde hile yaptığı, halkın değer ve duygula¬
rıyla oynadığı, Trablusgarp’ı göz göre göre kaybettiği, yurtta isyanlar
çıkmasına sebep olduğu, devlet işlerinde rüşvetin alıp yürüdüğünü ortaya
koyarak tenkit eder. İttihatçıların uyguladığı baskı sebebiyle yeni devri
“ikinci devr-i istibdat” şeklinde vasıflandırır. Halk bir istibdattan kurtul¬
mayı beklerken, yeni bir istibdadın esiri olmuştur.
Bu sorunları Refik Halit bizzat kendi hayatında da tecrübe eder.
Gazeteci kimliği dolayısıyla basına ve aydınlara uygulanan baskıdan
etkilenir. İçerisine hiçbir hareketin katılmadığı fikre yönelen bu baskı,
Refik Halit’in en çok şikâyet ettiği noktadır. Gazeteci cinayetleri Refik
Halit’e göre İttihatçıların en büyük suçudur. Hasan Fehmi, Ahmet Sa¬
mim, Zeki Bey İttihatçılar devrinde öldürülen üç gazetecidir. İttihatçılar
bunu muhalefeti susturmanın bir yolu olarak görmüşler ve Zeki Bey’in
katilleri yakalandığı halde örtbas edilmiştir. Refik Halit suikastın -
gazeteciler başta olmak üzere- muhalifleri susturmak için bir yol olarak
kullanılmasını tenkit eder. Bu üç cinayetin failleri o dönemde İttihatçılar
tarafından kurtarılmış, ancak daha sonra ilâhi adaletin elinden kurtulmala¬
rı mümkün olmamıştır. Bu durum Refik Halit için bir teselli sebebi olur.
Aslında Refik Halit de II. Meşrutiyet’i başlangıçta sevinçle karşılar. An¬
cak İttihatçıların yeni bir istibdat getirdiklerini fark edince muhalif yazılar
yazmaya başlar. “Olan Biten İşlere Dair” (Karay 1940/2: 128-131) adlı
yazısında, tenkit hürriyetinin olmamasından -gazeteci kimliğiyle- şikâyet
eder. Bu şikâyetini kendi hayatından bir örnekle verir:
“... Arkadaşlar geliyor, ‘Canım niçin yazmıyorsun, niye dü¬
şündüğünü söylemiyorsun, meşhur kelâmdır: Müsâdeme-i efkârdan
bârika-i hakikat çıkar?’ diyorlar. Halbuki insaf edin, bizde öyle
mi? Müsâdeme-i efkârdan dosdoğru beyne saplanan kocaman bir
kurşun çıkıyor. Hatta yan geçmesi, hedefi şaşması, bozuk torpille¬
rimiz gibi çat! deyip ateş almaması ihtimali de yok. Sanki göze gö¬
rünmez çelikten ray döşenmiş gibi bir kere fırladı mı, devrildin git¬
ti... ‘Âlimsen, fazılsan bize hakikat yolunu göster, zekâ şulenle yo¬
lumuzu aydınlat!’ nasihatine kulak verenin âkıbetine ise daha yeni
seyirci olduk; elinde fener tutup halka selâmet rehberi olacak sıra
hiç değil; zira karanlığa saklananlar aydınlığa nişan atıyorlar,
‘dan!’ dedi mi ne fener, ne fenerci?” (s. 129)
“Teşebbüs-i Şahsî mi? Heyhat!” (Karay 1940/2: 11-15) adlı yazı¬
sında Teşebbüs-i Şahsî modasına uyarak ticarete atılan bir arkadaşının
durumunu anlatır. Bu arkadaşı II. Meşrutiyet’ten sonra Teşebbüs-i Şahsî
fikri gereğince çeşitli işlere atılmış, ancak her başladığı işle ilgili bir ya¬
sak çıkarak onu zarara sürüklemiştir. En büyük zorlukları da gazetecilik
mesleğinde yaşamıştır. Refik Halit, onun yaşadıklarından yola çıkarak
İttihat ve Terakki’nin basına uyguladığı baskıyı söz konusu eder.
“Hürmet Görenler”de (Karay 1939/2: 47-51) bir katilin saygı
görmesinden yola çıkarak, İttihatçıların saygı görmesindeki sebebi anla¬
tır. Bahse konu olan katil pek çok suç işlemiş, ancak her defasında beraat
etmiştir. Bu durum yazara bir tanıdığının İttihat ve Terakki hakkında
söylediklerini hatırlatır. Bu adam İttihat ve Terakki’nin bir fedai grubu¬
nun olduğunu ve gerektiğinde komitacı metotlarına başvurduğunu övgüye
değer bularak anlatır. Hatta Hürriyet ve İtilâf’ı fedai grubu olmadığı için
tenkit eder. Ancak Mahmut Şevket Paşa öldürülünce aynı adam Hürriyet
ve İtilâf’ı över: “-Bravo be, dedi, amma seçme fedaileriniz varmış, işte
fırka dediğin böyle olur, gözüme girdiniz!” (s. 48) Ona göre bir fırkanın
mutlaka fedailer grubu da olmalıdır. Refik Halit, bilhassa Sinop sürgün¬
lüğü esnasında katillerin gördüğü ilgi ve saygıyı tecrübe etme imkânı
bulur. Ancak o, politikada bu tür şeylere baştan beri karşıdır. Politikanın
komitacı metotlarıyla ve muhalifler üzerinde baskı kurularak yapılamaya¬
cağını her fırsatta savunur. Söylediği bu sebeplerden dolayı Refik Halit,
II. Meşrutiyet’i “II. devr-i istibdat” şeklinde adlandırır.
II-Keyfî Uygulamalar
Refik Halit II. Meşrutiyet sonrasındaki keyfî uygulamaları, ehliyet
ve liyakat sahibi insanların göreve getirilmemesini tenkit eder. İttihat ve
Terakki idareyi ele alır almaz particilik kavramını ön plana çıkarmış ve
bütün memleketi kucaklamak yerine insanları muhalif ve taraftar diye
sınıflandırmış, iş başına sırf kendi taraftarı olması yüzünden yetersiz in¬
sanları getirme yoluna gitmiştir. Bunu da en doğal bir hak kabul etmiştir.
Refik Halit bu noktada en çok “tensikat” meselesini tenkit eder. “Kabine¬
den Şikâyet” (Karay 1940/2: 115-118) adlı yazısında bu meseleyi ele alır.
İttihatçılar Meşrutiyet sonrasında “tensikat” adı altında kendilerinden
olmayanları işten uzaklaştırmışlar, bu da devlet işlerinin aksamasına se¬
bep olmuştur: “Tensikat diye şu fena, bu fena birer birer tutup birçok
kişiyi attılar, halbuki biraz sonra yenilerin kifayetsizliği görüldü, ihtiyaç
baş gösterdi; gizliden gizliye tekrar almaya başladılar!” (s. 117) Dolayı¬
sıyla bu durum toplumsal adaleti ve kamu vicdanını yaralayan sonuçlar
ortaya çıkarmıştır.
Refik Halit, politikada en temel kavram olarak “adalet”i tanır. Bir
hükümetin başarıya ulaşabilmesi için bu kavramı yerleştirmesi gerektiği¬
ne inanır. “Ricale, Mesnet ve Munsabba Dair.” (Karay 1940/2: 101¬
104) yazısında mevcut hükümetten şikâyet eder. Yazının özü şudur: Hü¬
kümet devleti hukuk ve adaletle idare etmek yerine, “cebir ve kuvvetle
sevk ve idare” (s. 101) etmeye çalışmaktadır. Halbuki politikanın kendine
göre kuralları vardır: “Hülâsa, bu siyaset çarkını keyfine giden, canı iste¬
yen, önüne gelen lâterna çevirir gibi çeviremez, çevirirse de halkın
neş’esini getiremez.” (s. 102) Refik Halit’e göre, devlet görevleri bir
emanettir. Bu emanet ehliyet ve liyakat sahibi insanlara verilmeli ve
emaneti alanlar sorumluluklarını bilmeli, hata yaptıkları zaman da ceza¬
landırılmalıdır.
“İş Başındakiler”de (Karay 1939/1: 99-104) Anadolu’da karşılaştı¬
ğı yöneticileri anlatır. Refik Halit burada devletin en büyük sorunlarından
biri hâline gelen memuriyet meselesine göndermelerde bulunur. Memur¬
lar halkın ihtiyaçlarını doğru tespit etmekten uzak, kendi dünyalarında,
kendi meseleleriyle meşgul insanlardır. İş yapmak isteyenler de birer
vesileyle görevden alınmaktadır. Buradaki memurların hepsi de farklı
mizaçtadır. Bunlar arasında iki de İttihatçı vardır. İlki İttihatçıların komi¬
tacılık zihniyetine sahip, üzerinde dört silâh taşıyan biridir. Her fırsatta
elini ana çözüm olarak gördüğü silâhına götürür. Tek icraatı İttihat kulü¬
bünü tekrar açtırmak olur. Valilikle başka bir yere gidince halk derin bir
nefes alır. Diğeri ise İttihatçılara küskündür. İleri gelen İttihatçıların sö¬
zünü dinlemediğinden bahseder. Söz arasında ön planda gelen İttihatçıla¬
rın adlarını sık sık anar. Onlara kırgın olduğunu dile getirirken, arka
planda kendi değerinin bilinmediğini vurgular. Ancak bu iki memur bu¬
lunduğu yerin ihtiyacını düşünmek yerine, kendi arzularına göre yaşama
yoluna gider. Her iki memur da aynı zamanda İttihat ve Terakki’nin yan¬
lış seçimlerini ortaya koymaktadır.
“Meşrutiyetperver Çinlilere Nasihat” (Karay 1940/2: 91-94) adlı
yazısında Refik Halit, Meşrutiyetle ilgili tecrübelerini ortaya koyar. Meş¬
rutiyeti getirmek için ayaklanan Çinlilere nasihatlerini sıralar. Bu nasihat¬
ler aslında yazarın İttihat ve Terakki’ye yönelen tenkitleri etrafında topla¬
nır. Refik Halit’in bu yazısını “Bugünün Ricaline On İki Öğüt” (Karay
1940/2: 147-151) adlı yazıyla bir arada değerlendirmek uygun olacaktır.
Çünkü ileri sürdüğü fikirlerde ortaklık göze çarpmaktadır. Meşrutiyet’le
aydınlarda ve halkta heyecan uyandıran İttihat ve Terakki, daha sonraki
uygulamalarıyla büyük hayal kırıklığına sebep olmuştur. Refik Halit bu
hayal kırıklığı üzerinde durur ve İttihatçılar’a şu tavsiyelerde bulunur:
1-Ehil olmayanlar işbaşına getirilmemeli, sırf ihvandan diye insan¬
lara rütbe verilmemelidir.
2-Hesap verilecek makam millettir. Onu baskı altında tutmak çö¬
züm değildir. Muhaliflere tehditten vazgeçilmelidir. Bu sebeple: “Muha¬
lefetin katili değil muhibbi olun.” diye seslenir.
3-Kanunu korumak askere değil, sivillere emanet edilmelidir. Dev¬
let yönetimi askerlere bırakılmamalıdır.
4-İane toplanmamasını ve tensikat yapılmamasını, imtiyazların ta¬
raftarlara peşkeş çekilmemesini ve hükümeti kurtarmak pahasına vatan
toprağının parçalanmasına göz yumulmamasını tavsiye eder.
5-Gereksiz harcamalardan kaçınılmalı, devlet harcamaları mutlaka
gerekli yerlere yapılmalıdır.
6-Memleketin her yeri eşit tutulmalıdır. (Selânik şehri Meşruti-
yet’in ilânında önemli rol oynamış, bu sebeple “Mehd-i hürriyet” adıyla
anılmıştır. Refik Halit bu duruma bir gönderme yapar.)
7-Refik Halit politikada her devirde geçerli olacak bir noktaya da
işaret eder: İnsanlara birdenbire para ve mevki verilmemelidir. Bu durum
onların kendi kendilerini kaybetmelerine sebep olur: “Hırkaya alışanlara
birden frak giydirmeyiniz, gülünç olur.”
8-Adalet için gereken fedakârlık yapılmalı ve adalet bütün kurum-
larıyla tesis edilmelidir.
9-Dış siyasette ince bir politika izlemelerini tavsiye eder. Bunun
için de bir atasözünden yararlanır: “Denize düşseniz yılana sarılın, kurtu¬
lursunuz: Sarılmazsanız; boğulursunuz.”
10-Meclis-i Mebusan’da mebuslar belli bir terbiye dairesinde hare¬
ket etmelidir. Çünkü burası memleketin bir özü niteliğindedir.7 Refik
Halit diğer yazılarında da siyasetin ve siyasetçilerin seviyesinin halkı
nasıl etkilediğini ortaya koymuştur.
11-İki gruba güven olmamalıdır: Damarlarındaki son kanı feda
edeceklerine dair telgraf çeken fedailere ve ikbal peşindekilere... Her iki
grup da politikanın ve politikacının en tehlikeli uzvudur.
Refik Halit’in bu iki yazısı bize bir gerçeği daha hatırlatmaktadır.
İş başına gelen siyasî partiler, taraftarlarından çok muhaliflerin sesine
kulak vermeli, getirdikleri idarenin onlar üzerindeki tesirine dikkat etme¬
lidir. Bu bakımdan İttihatçılarla ve devirle ilgili yazılarında Refik Ha-
lit’in, halkın ve siyasetin dilini çözdüğünü görüyoruz.
“Gayet Meraklı Bir Serencam” (Karay 1940/2: 152-157) adlı yazı¬
sında Refik Halit, yine sembollerle konuşur. Bu yazı da İttihatçılara yöne¬
len bütün tenkitlerini toplayan bir yazıdır. Sultan Abdülhamit’ten devr
alınan mirası çok çabuk tüketen İttihatçıları tenkit eder. Sarhoş bir vazi¬
yette tesadüf ettiği cemiyetin manevî şahsıyla sohbet eder ve onun anlat¬
tıklarından değişen zamanı görür. Bir dönem hürmet, saygı ve ilgi gören
cemiyet şimdi eski günlere hasret çekmektedir. Refik Halit bunu İttihatçı¬
ların devraldığı mirası çabuk tüketmesine bağlar ve amansız muhalif tav¬
rıyla hepsinin ademe gitmesi temennisiyle yazısını bitirir.
III-Politik Hâdiseler Ortasında Kaybolan Değerler
Refik Halit, Meşrutiyet’in heyecanlı havası içinde kaybolan değer¬
leri de sorgular. Fikrin ortadan kalkışı, bazı temel değerlerin sloganlar
etrafında toplanması, içi boş kavramların birtakım parlak kelimelerle
süslenerek toplumu yönlendirmesi Refik Halit’i rahatsız eder. Çünkü o,
bu manzaradan olumlu bir sonucun çıkmayacağını tespit eder. Her ke¬
simden insanın politikayı hayatının merkezine yerleştirmesinden de ra¬
hatsızdır. Politikayla ilgili meseleler sıradan insanın günlük hayatına bile
tesir etmiştir. Böyle bir ortamda siyasetin de, siyasetçinin de saygınlığı
kalmamıştır.
“Ago Paşa’nın Hatıratı” (Karay 1939/1: 7-20) adlı yazısında Tan¬
zimat’tan itibaren değişen değerleri, muhalif ve taraftarların kullandığı
sloganlar etrafında bir hikâye çeşnisi içinde verir. Ago Paşa’yı akrabasın¬
dan birinin Afrika’dan getirilmiş papağanı şeklinde tanıtır. “Ago Paşa
Senegalli bir kuş, bir zeki papağandır.” (s. 7) ve “Paşalığı sırf lâfzî, irade¬
siz ve fermansızdır.” (s. 7) Refik Halit II. Meşrutiyet sonrasında ön plan¬
da gelen isimlerin hatıralarını yazmasına bir göndermede bulunur. Onlar
için hatırat kendini savunma ve aklama aracı hâline gelmiştir. Bu sebeple
Ago Paşa’ya da hatıralarını yazmasını tavsiye eder. Hatta bunun için gö¬
nüllü kâtipliğini de yapacaktır. Ago bunu kabul eder ve: “Hususî kâtibine
notlarını yazdıran bir sâbık devlet adamı gibi azametli, edalı bir tavır” (s.
8) alır.
Ago Paşa Afrika’dan getirildikten sonra, bir kuşbaz dükkânına satı¬
lır. Burada ve bulunduğu diğer yerlerde etraftan duyduğu sözleri tekrar
eder. Bu sözler kısa olmakla beraber arka planda bir siyasî tavrı veya
durumu ve devrin panoramasını ifade eder niteliktedir. Hepsi de geçici
birer moda hâlindedir. Kısa zamanda eskimekte, bir dönem ikbal kapıla¬
rını açarken, bir başka dönem gelip şartlar değişince cezalandırılma sebe¬
bi olmaktadır. Refik Halit bu yazısında devrin değerlerinin sembol ve
sloganlar arkasında nasıl kaybolduğunu vurgular. Toplumsa düşünmeyen
ve düşünceleri doğrultusunda konuşmayan, ancak kendisine öğretilenleri
tekrarlayan bir papağana dönmüştür. O âdeta hazır sloganların peşinde
koşmakta, değişen devirlere göre tavır almakta, bu sloganlar yüzünden
aldığı ödül ve cezalarla hayatını devam ettirmektedir. Bu durum hakikî
mânâda fikrin kaybolduğunu, her şeyin sloganlar etrafında toplandığını
ortaya koymaktadır. Ago, burada günlük hâdiselerin tesiriyle her dönem
değişen ve kendisine öğretilen sloganları ezberleyen ve ezberlediklerinin
ne mânâya geldiğini düşünmeden sadece tekrarlayan toplumu temsil et¬
mektedir.
“Devenin Derdi”nde (Karay 1940/1: 82-87) bu defa bir devenin
ağzından Meşrutiyet’e yönelik tenkitlerini dile getirir. Değişen değerleri
bir devenin yaşadıkları üzerinden sembolleştirerek verir. Deve İttihatçıla¬
rın getirdiği idareden şikâyetçidir. Kendisinin de hemcinsleriyle beraber
Meşrutiyet günlerinde eski kıymetini kaybettiğini vurgular. Eskiden “sür-
re alayı”nda görev alan ve bu sebeple halk arasında apayrı bir saygınlığı
olan develerin sırtına Meşrutiyet günlerinde “rey sandığı” konulmuştur.
Rey sandığı deveye ağır gelir. İçinde helâl mal olmadığından ağır geldi¬
ğini düşünür: “Dediğim birer birer çıktı; her intihapta sopa, sille ve hile
ile halktan alınan pusulalar sırtımıza yerleştirildi, sahte bir neşe ve soğuk
bir azamet içinde zurna sesleri ve davul patırtılarına karışmış olan sokak¬
larda gezdirildi, tozduruldu...” (s. 84-85) Refik Halit, böylece İttihat ve
Terakki’ye izafe edilen seçim hilelerine bir gönderme yapar. Bu işte kul¬
lanıldıkları için, halk arasında develerin saygınlığı gitgide azalır. Niyazi
Bey’in -önce İstanbul’da heyecanla karşılanan, sonra unutulup bir köşeye
atılan- geyiği gibi deve de İttihatçıları hatırlatan bir sembol olur. Refik
Halit burada İttihatçıların muhalifler karşısındaki tavrına tekrar bir gön¬
derme yapar. Develerin İttihatçılardan “mutî ve halim” tavırları dolayısıy¬
la ilgi gördüğünü söyler: “İttihat Merkezi nedense halim, mutî, sessiz ve
itiraz ve tenkidi sevmez olduğumuz için mi, nedir, bizleri, develeri kendi
efradı, kendi ihvanı addeder, bütün siyasî nümayişlerinde bizi kullanırdı.”
(s. 86) Sözüyle İttihatçıların muhalifleri ve muhalefeti sevmediğini bir
kez daha vurgular. Harp zamanı develer bu defa cephelere gönderilir.
Harpte de türlü eziyetler görürler. Yazının kahramanı deve en son bir
devenin rakı-şarap ilânı için kullanıldığını görünce, aklı başından gider.
Kendi cinsinin bütün saygınlığını kaybettiğini düşünür. Sahibinin elinden
kurtularak kendini kırlara atar. Refik Halit, II. Meşrutiyet sonrasında
insanımızın yaşadığı macerayı devenin lisanından böyle verir. Yazısını
kendi hallerine tercüman olan ve dertlerini ifade eden deveye minnetle
bitirir: “Meğerse develerin derdi ne kadar da bizimkine müşabihmiş!
Develerle ne kadar da turhalli, bir halli imişiz! Vah hepimize, develere ve
bizlere!” (s. 86-87)
“Bilmece Bildirmece”de (Karay 1940/2: 16-18) bilmecelerin o de¬
virde kimi karşıladığını ortaya koyar. Siyaset ve siyasetçiler halk naza¬
rında değerini yitirmiştir. Bu sebeple bilmeceler çeşitli benzetme yönle¬
riyle artık devrin ünlü siyasî simalarını ve siyasetle ilgili meselelerini
karşılar hâle gelmiştir. Bunlardan ikisi şöyledir: “Alçacık dal, yemesi
bal.” (Çilek-Âyân tahsisatı) “Bir oğlum var, yüzü deriden, kulakları de¬
mirden.” (Def-Kabine)
Refik Halit siyasetin her kesimden insanı etki altına almasından şi¬
kâyetçidir. II. Meşrutiyet’le beraber başta İstanbul olmak üzere, bütün
memleket bir politika kazanı hâline gelmiştir. “Bıktık Bu Politikadan”
(Karay 1940/2: 51-54) adlı yazısında bir arkadaşının anlattıklarından yola
çıkarak politikanın her yaştan insanın günlük hayatına nasıl tesir ettiğini
ortaya koyar. Günlük hayatta bile söylenen her sözün arasına politik hâdi¬
seler karıştırılmaktadır. Refik Halit, arkadaşının verdiği örneklerle, poli¬
tikanın ve politikacının halk arasındaki saygınlığının gitgide azaldığını
ortaya koyar. Artık politika ile ilgili her konu hayatın içine girmiş, politi¬
kadaki yozlaşmışlık herkesin ağzına sakız olmuştur. Refik Halit günlük
hayattan politikaya bolca göndermede bulunur: “Biraz hiddetlendiniz mi,
garip garip tevcihler: -Mebus mu acaba?. Ayağınız kayıp düştünüz mü,
halkta bir kahkaha: -Ey. Kabine bile düşüyor; hiç insan düşmez mi?” (s.
52-53) Arkadaşı eve suratı asık geldiğini görünce, kendisini eskiden “Ka¬
radeniz’de gemilerin mi battı?” diye karşılayan eşinin: “-A! Bey nedir bu
çehren? Nazırsın da kabinen mi düştü, yoksa mebussun da Dahiliye Nazı¬
rı bir kabalık mı etti?” (s. 54) diye karşıladığını söyler. Böylece politika¬
nın günlük hayata nasıl etki ettiğini, bu etkinin arka planında değerlerin
nasıl kaybolduğunu ortaya koyar.
Bilindiği gibi Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girişi bir ol¬
dubittiye getirilmiştir. Bir devletin herhangi bir savaşa bu şekilde girmesi,
aslında savaşın nasıl sonuçlanacağı konusunda ipucu verir niteliktedir.
Refik Halit, İttihatçıların en büyük suçunun ülkeyi peş peşe girilen savaş¬
lar sebebiyle parçalanmaya götürmek olduğu fikrindedir. Özellikle I.
Dünya Savaşı’nı “tarihimizin en büyük felâketi” (Karay 1996: 12) ve
“millî suç” (Karay 1996: 256) olarak görür. Ancak bu savaşın failleri
ceza görmemiş, hiçbiri sorumluluğunu üstlenmemiştir. Refik Halit savaş
sonunda İttihatçıların hesap vermeden kaçışlarını sorgular. Bir dönem
savaş çığlıkları atanların ve İttihatçıların her yaptığına alkış tutanların da
bu kaçıştan sonra ağız değiştirmelerini tenkit eder. İttihatçıların kaçışın¬
dan sonra kurulan İzzet Paşa kabinesinden, yönetimin tekrar İttihatçılara
verilmesi sebebiyle rahatsız olur. Ülkenin dağılmasına sebep olan zümre,
hiçbir şey olmamış gibi tekrar iş başındadır. Refik Halit, geri kalan İtti¬
hatçıların ceza görmek yerine mevkilerini korumalarına bir mânâ vere¬
mez.
“Efendiler Nereye” (Karay 1941: 56-58) adlı yazısı İttihatçılara
çok ağır tenkitlerin yöneltildiği yazılardan biridir. Refik Halit yazısının
başında: “Ziyafet bitti, fakat ağzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir de
acı kahvemizi içmeden efendiler nereye?...” (s. 56) diye sorar. Ardından
İttihatçıları yaz başında çıkan ve kan emen tahtakurularına, dağ başların¬
da köpeksiz sürülere saldıran aç kurtlara, kedisiz evlere dadanan farelere,
dul annesinin dünyalığına göz dikmiş hayırsız evlâtlara benzetir. İttihat¬
çılar yeterince zarar verdikten, memleketi düşmanlarla doldurduktan son¬
ra kaçma yolunu seçmişlerdir. Refik Halit getirdikleri baskı idaresini
tekrar söz konusu eder, onları eski zorbalarla kıyaslar ve istibdatta hepsi¬
ne üstün bulur. Öyle ki İttihatçıların zulmünden payını almamış impara¬
torluğun tek bir ferdi bile yoktur. İmparatorluk insanını kendi boş ve he¬
sapsız hevesleri, hülyaları ve hırsları uğruna cepheden cepheye süren
İttihatçılar, şimdi kaçma yolunu seçmişlerdir. İttihatçıların bir özelliği de
birdenbire ehliyetsiz ve liyakatsiz insanları çok yüksek mevkilere getir¬
meleridir. Devlet işlerini sırf İttihatçı diye ehil olmayan ellere teslim et¬
mişler, halktaki adalet duygusunun yaralanmasına sebep olmuşlardır. Bu
ortam içinde hem kendileri yolsuzluklarla zenginleşmiş hem de etrafla¬
rında bir türedi zenginler grubu oluşturmuşlardır. Bu kadar suça rağmen
yargılanıp ceza görmeden kaçmışlardır. Refik Halit yazının sonunda onla¬
rı yargılamadığı ve gitmelerine göz yumduğu için halkı da sorumlu tutar
ve bir gün İttihatçıların yurda dönmesi durumunda aynı manzaranın tek¬
rar edeceğini, hesap sormayan halkın da buna müstahak olduğunu vurgu¬
lar: “-Ölümlerden ölüm beğen! demek artık hakkınızdır. Lâyığımız olan
paşalar! Topumuzun başını bir kılıçta çıkarmadan nereye?” (s. 58)
“Sakın Aldanma, İnanma, Kanma” (Karay 1941: 59-61) adlı yazı¬
sında Meşrutiyet sonrasındaki politikacılara güvensizliğini ortaya koyar
ve halkı uyarır. İttihatçılar farklı vaadlerle başa geçmişler, ancak istibdat
rejimini aratacak bir idare kurmuşlar ve ülkeyi parçalanmaya götürmüş¬
lerdir. Refik Halit bizde politikanın şahsî çıkarlar adına yapıldığını, ida¬
reyi ele alan herkesin ülkeyi kendi mülkü gibi gördüğünü ve halkın alda¬
tıldığını vurgular. Bu sebeple İttihatçılar yerine kurulacak olan yeni hü¬
kümete de güvenilmemesi gerektiğini ortaya koyar. İttihatçılar adına hal¬
kı uyutan yazarları da tenkit eder. Onlar için iktidar veya muhalefet kav¬
ramları yoktur. Ülkeyle ilgili her felâket, bu yazarlara yeni geçim kapısı
açmaktadır. Refik Halit aydın sorumluluğuna yakışmayan bu tavrı kınar
ve yazının sonunda yine halkı politikacılara karşı uyarır: “Gözünü aç,
ayağını tetik at, yine aldanma, inanma, kanma!” (s. 61)
“Ortada Kabahatli Yok” (Karay 1941: 62-66) adlı yazısında önce
savaşa girişi alkışlayarak teşvik eden, ardından sulh taraftarıymış gibi her
türlü yükümlülüğü reddedenleri eleştirir. I. Dünya Savaşı’na girişte Al¬
man tesiri ve heveslerinin etkili olduğunu vurgular. Ancak harbe girişi
destekleyenler, ortaya çıkan sonuç üzerine karşıymış gibi bir tavır sergi¬
lemektedirler. Refik Halit herkesin birdenbire Alman aleyhtarı olmasını
ve sergiledikleri tavır değişimini şaşkınlıkla karşılar. O halde bu konuda
tek suçlu benim diyerek yine mizahî bir bakış açısıyla konuyu ele alır:
“Âlem yine ol âlem, devran yine ol devran! Ortada kabahatliye benzer
kimse yok, herkes sulhçu, herkes kahraman-ı hürriyet yerine şimdi kah-
raman-ı sulh namzedi. Galiba bu muharebeye ben sebep oldum, ben
istedim, memleketi ben batırdım!” (s. 66)
“Doğrusunu Benden Dinleyin” (Karay 1941: 67-69) adlı yazısı da
İttihatçılara ağır tenkitler yönelttiği bir başka yazıdır. Bu yazıda İttihatçı-
lar’ı baskı ve zulüm dolu bir idare getirmekle suçlar. Bu grubun ancak
böyle bir ortamda iktidar olabileceğini vurgular. Halkın, yaptıklarına
rağmen İttihatçılara karşı gösterdiği sabrı da şaşkınlıkla karşılar. I. Dün¬
ya Savaşı’ndan sonra herkes savaşın sorumlularının ceza göreceğini bek¬
lerken, onlar rahatlıkla kaçmışlardır. Refik Halit paşalar gidince ağız
değiştirmiş gibi davrananların yeni bir fırsat beklediğini ve arka planda
İttihatçı dalkavukluğunun devam ettiğini vurgular. Ona göre Hürriyet ve
İtilâf’a muhalefet edenler de İttihat ve Terakki’nin eski sempatizanlarıdır.
Refik Halit bu zümrenin iyi veya kötü her şeye İttihatçılık adına muhale¬
fet edeceğini söyler.
“Tedkik-i Seyyiat”ta (Karay 1941/2: 77-81) yine devrin panorama¬
sını verecek iki hikâye anlatır. Birincisinde güçlü olanın her suçtan kur¬
tulduğunu, ceza görmediğini vurgular. Bunu hayvanlar arasında geçen bir
masalla verir. İkinci hikâyede harbin sorumlusunu arar. Bu hikâyede har¬
bin sorumlusunun bulunması için bir meclis toplanır ve yargılamaları
yapar. Ancak herkes suçu başkasına atar ve kendini öyle bir savunur ki
onları da cezalandırmak mümkün olmaz. Mebusların savunması da devrin
portresini vermesi açısından hayli ilginçtir. Savaş halk için açlık, yokluk,
ölüm mânâsına gelirken, siyasetçiler ve onlara yakın olanlar için servet,
şöhret ve para kazanma vesilesi olmuştur:
“-Bu muharebe bir piyango idi: Bizim meclise isabet etti. Biz
onun sayesinde kılığı kıyafeti düzelttik, çullandık, adama döndük, o
sayede karnımız yemek, cebimiz para, gözümüz kadın gördü. Bize
ne? Biz bir nev’i memur sayılırdık, ‘bütün milleti nehb ü katl ve
gârete meclis-i vükelâ memurdur’ diye bir kanun bile teklif etseler
kabul ederdik... Mebusları hareketlerinden dolayı tecziyeye dair
kanunda bir sarahat var mı?” (s. 80)
Böylece asıl suçlular beraat eder. Ancak, açlık sebebiyle Bahriye
ekmeğinden bir lokma çalan suçlu bulunur. Refik Halit İttihatçıların yar¬
gılanmasının bir sonuç doğurmayacağını, asıl suçluların kendilerini kurta¬
racağını söyler. Bu konudaki ümitsizliğini: “Acaba bu zamanın tedkik-i
seyyiatı da böyle mi yapılacak?” (s. 81) sorusunu sorarak ortaya koyar.
Refik Halit, İttihatçıların sağlam bir ekonomik programlarının ol¬
madığını tespit eder.8 I. Dünya Savaşı yıllarında harp zenginlerinin doğu¬
şuna bir sebep de bu durumdur. “Senede Binbir Vergi”de (Karay 1940/2:
23-27) Meşrutiyet sonrasında getirilen yeni vergileri mizahî bir üslûpla
eleştirir. Bütçe açığı yüzünden o kadar çok vergi konulmaktadır ki, halk
bunların adlarını unutmamak için, âdeta deftere yazacak hâle gelmiştir.
Bütçe açığı devam ederse, Refik Halit de yeni vergiler önerir ve bunları
şöyle sıralar: “Saati yirmi paradan sekiz saat uyku vergisi. Açık pencere¬
den yarım saat temiz hava alma vergisi. Dört kap yemeğin üçer paradan
vergisi. Mebusan’da dört saat muhalefet etme vergisi.” (s. 27)
Refik Halit’in tenkitlerinden en çok harp zenginleri nasibini alır.
Ekonomi konusunda bir programı olmayan İttihat ve Terakki mensupları,
I. Dünya Savaşı sırasında millî bir sermaye oluşturmak adına bazı tüccar¬
ları desteklemişlerdir. Ancak zaman içinde bu konuda suiistimaller doğ¬
muş, taraftarlar korunup kollanmış, böylece haksız yoldan servet edinen
bir harp zengini zümresi oluşmuştur. Refik Halit harp zenginlerini yargı¬
larken İttihatçıları onlara hazırladıkları ortam yüzünden sorumlu tutar. Bir
tarafta açlık ve sefaletten acı çeken insanlar, diğer yanda ise lüks içinde
yaşayan harp zenginleri vardır. İstanbul bu dönemde harp zenginleri yü¬
zünden bir rezalet ve sefahat sahnesi hâlini alır. Refik Halit özellikle bun¬
lara göz yumduğu, harp zenginlerini koruduğu için Talat Paşa’yı sorumlu
tutar. (Karay 1996: 292) Yeni Mecmua’da çıkan “Harp Zengini” adlı ya¬
zısında, türedi harp zenginlerine sert tenkitler yöneltir. Talât Paşa, onu
harp zenginleri hakkında yazdığı bu yazıdan dolayı tekrar sürgüne gön¬
derme girişiminde bulunmuş, ancak bu durum Ziya Gökalp tarafından
önlenmiştir. Refik Halit yazısında harp zenginlerini memleketin kanını
emen, buna rağmen hiçbir faydası dokunmayan bir mahlûk şeklinde tas¬
vir eder:
“... Hani bir başka ağacın dalında, bir başka hayvanın sır¬
tında büyüyüp yaşayan zararlı fidanlar, böcekler vardır, asıl bede¬
ni günden güne zaafa düşürüp gürleşirler, harp zenginlerinin tica¬
reti böyle... Kuvveti topraktan değil, benim sırtımdan çekiyor; ha¬
vanın feyzini değil, benim iliğimi emiyor; yağmur suyuyla değil,
gözyaşıyla yetişiyor... Firenginin ilâcı civa, uyuzun kükürt olduğu
gibi bununki de sulh... Bu derdi harp doğurdu, müsalâha öldüre¬
cek, kan denizinde türeyip dal kol salan bu ahtapot sulhün temiz
havasına çıkınca boğulacak, o zamana kadar tahammül; başka ça¬
re görmüyorum; meclislerden, nizamlardan fayda ummuyorum...”9
Refik Halit, İstanbul’un Bir Yüzü (Karay 1939/4)10 romanında
harp zenginlerini daha geniş bir şekilde ele alır. Romanın anlatıcı kahra¬
manı İsmet de harp esnasında İzmir’deki üzüm ve incir tüccarlarının ilti¬
fatı ve “valinin bir satırlık müsaadesiyle” bir servet sahibi olmuştur. İs¬
met, çocukluğunda Fikri Paşa konağından tanıdığı Kâni’yle harp esnasın¬
da tekrar karşılaşır. Kâni de artık devrin ileri gelen harp zenginleri ara¬
sındadır. Ünlü bir isimle ticarete atılmış, küçük bir servet yapmış, ardın¬
dan gerisi gelmiştir. İsmet zenginliğin ona farklı bir hava getirdiğini tespit
eder. Kendisi gibi bir dönem Fikri Paşa konağına sığınmış olan Kâni’nin
ağzından “havale, bono, taksit, ciro gibi kelimeler (i) ve yüksek rakamlar
(ı)” (s. 34) düşürmediğine tanık olur. İsmet ayrıca İstanbul’da harp zen¬
ginlerinin halk tarafından sevilmediğini ve her fırsatta tenkit edildiklerini
gözlemler. Kâni, halkın bu bakışından rahatsız olduğunu dile getirir ve
yorumlarını haksız bulur:
“-... Türedi zenginliğinin envâını görmüş geçirmiş ve hepsi¬
ne tahammül etmiş olan bu memleket, şaşıyorum neden bizimle uğ¬
raşıyor, bizimle didişiyor, yalnız bizi görüp bizi söylüyor... Hem
kaç kişiyiz kuzum? Sekizi, onu geçmez... Amma yeni zenginler pa¬
rayı israf ediyorlarmış, sefahat yapıyorlarmış, vur patlasın, çal oy¬
nasın yiyorlarmış. Acaba bunu diyenlerden hangisine şöyle bir pi¬
yango çıksa ömrünü hayrata, hasenata, namaza, niyaza hasredip
dünyadan elini, eteğini çeker, hangisi?” (s. 33)
Bu sözler, Kâni’nin haksız yoldan elde ettiği serveti nasıl benimse¬
diğini ortaya koymaktadır. İsmet, Kâni’nin daveti üzerine evine gittiğin¬
de, o devirdeki başka harp zenginleriyle karşılaşır. Hepsi de tesadüflerin
sevkiyle servet sahibi olmuş, memleketin meselelerine uzak, kendi dün¬
yalarında yaşayan, yaptıkları vurgunların üstünde rahatça oturan insan¬
lardır. Bu vurgunlar sayesinde, sosyal mevkileri birdenbire şaşırtıcı şekil¬
de değişmiştir. Harp zenginlerinin o gece yaşadığı rezalet ve sefahat,
İsmet’in eski zaman davetlerini özlemesine sebep olur. İsmet, Şayan’ı
görmek için Kâni’nin Büyükada’daki evine gider. Burada tanıdığı insan¬
lar ve karşılaştığı manzaradan da şaşkına döner. Kâni ona yine memleket¬
teki açlık, sefalet ve perişanlıktan şikâyet eder ve sıkıldığı için kışı Avru¬
pa’da geçirmeyi düşündüğünü söyler. Eşi Şayan ve kızı da onunla aynı
fikirdedir. Kâni’nin şikâyetleri, İsmet’e onun eski perişan hâlini düşündü¬
rür. İsmet devrin nasıl değiştiğini ve bu değişim esnasında insanın nasıl
bozulduğunu Kâni’nin bu sözleri ve tavırları sayesinde bir kez daha an¬
lama imkânı bulur. Onlar üzerinden devri yargılar ve mahkûm eder. (s.
161-162) Refik Halit, harp zenginlerinin temel insanî değerlerden uzak,
israf, gösteriş ve şuursuzluk içindeki hayatlarını ve vatanın yaşadığı teh¬
likelere son derece kayıtsız tavırlarını farklı tipler üzerinden romanına
taşımıştır.
Refik Halit “Canlı Vesikalar” (Karay 1939/2: 52-56) adlı yazısın¬
da, tanıdığı bazı simalardan bahseder. Bunlar genelde çeşitli sebeplerle
varlıktan yokluğa düşmüş insanlardır. Refik Halit onların durumunu birer
ibret vesikası hâlinde okuyucuya sunar. Her birinin kendine göre bir hi¬
kâyesi vardır. Bunlardan biri, Meşrutiyet zenginidir. Bu adam Meşrutiyet
günlerinde birdenbire zengin olur ve bol para sarf etmeye başlar. Bütün
yaşantısı değişir ve üzerine şımarık bir zengin tavrı gelir. Etraftan bakan¬
lar, onun refahının ömür boyu devam edeceğini zannederler. Ancak bu
adam -bolluk günlerinde para tutmadığı için- nasıl birdenbire zengin ol¬
muşsa, harp ihtikârı sona erince yine aynı şekilde sefalete düşmüştür.
Refik Halit “Bir Guguklu Saatin Azizliği” (Karay 1940/1: 7-11)
adlı yazısında, katıldığı bir toplantıyı anlatır. Bu toplantı âdeta II. Meşru¬
tiyet sonrasının portreler galerisidir. Katılanların çoğu İttihatçılar saye¬
sinde nüfuz ve servet edinmiş harp zenginleri zümresine mensuptur. Sa¬
londa asılı guguklu saat ise, davetlilerin yalanlarıyla eğlenmek konusunda
kendini yükümlü hissetmekte, söylenen her yalan sözü takiben kurulmuş
gibi ötmektedir. Onun azizliğinden en çok türedi harp zenginleri nasibini
alır. Salondakilerin yüzünde mesut bir tebessüm vardır. Sohbet; moda,
Avrupa, yaz eğlenceleri, baharla beraber çıkılacak seyahat planları etra¬
fında dönmektedir. Davetliler arasındaki müflis bir harp zengini sekiz bin
lira zarar ettiğinden bahsetmekte, sigorta parası için yalısını yakan bir
başka harp zengininin eşi Nis’te tutacakları villâyı anlatmakta, zengin
dalkavuğu bir muharrir kitabının ne kadar ilgi gördüğünden bahsetmekte,
bir nüfuzlu zat ise eline fırsat geçse memleketin bütün sorunlarını dört
kanun, dört nizamname ile düzelteceğinden bahsetmektedir. Hepsi de
durumlarını olduğundan farklı gösterme telâşındadırlar. Guguklu saat ise
her yalanın ardından ötmekle görevli gibi, söylenenleri istihza ile karşı¬
lamaktadır. Bu sebeple Refik Halit, “onun bir makineden ibaret olmayıp
ayrıca bir ruha, bir zekâ ve bir ilme de mâlik olduğuna gittikçe inanmaya”
(s. 8) başlar. Burada Guguklu saat, türedi zenginlerin ve onların etrafında
yaşayan dalkavukların yalanlarıyla eğlenen bir sembol görevi görmekte¬
dir.
“Bir İstanbullunun Yirmi Dört Saati II: Bir Hanımın Ruznâmesi”
(Karay 1940/1: 18-23) adlı yazısında bir kadının hat komiserliği yapan ve
bu göreviyle İttihatçılar sayesinde zengin olan bir adamın eşine haset ve
gıpta ile bakışını anlatır. Kadın, harp bitince türedi zenginlerin eski sefa¬
letlerine tekrar döneceklerini düşünmüş, onların bu durumdan da kurtul¬
duğuna tanık olunca beklentisinin gerçek olmadığını görmüştür. Refik
Halit onun bakışıyla harp zenginlerinin durumunu ortaya koyar.
“Bir İstanbullunun Yirmi Dört Saati IV: Müflis Bir Harp Zengini¬
nin Ruznâmesi” (Karay 1940/1: 29-34) adlı yazısında ise, bir harp zengi¬
ninin eski günlere duyduğu özlem anlatılır. Harbin bitişi onun için de
tekrar eski günlerin yokluğuna dönmek anlamına gelmiştir. Harp zengini
önce durumuna isyan eder. Memlekette harp hâlâ devam etmekteyken,
işlerinin eskisi gibi yürümemesinden şikâyetçidir. İşlerinin bozulmasıyla
beraber bütün yaşam şekli değişmiş, tekrar eskiye dönmüştür. Sofrasında
ağırladığı şair bile devir değişince tutum değiştirmiş, harp zenginleri
aleyhinde yazılar yazmaktadır. Harp zengini evinde kurulan eski sofraları
özlemle hatırlar. Tekrar eski günlere, altı sene önceki hayatına dönmek,
bu eski harp zengini için büyük ızdıraptır.
Refik Halit yazılarında harp zenginlerini farklı tipler ve meseleler
üzerinden bu şekilde canlandırır.
VI-Îttihatçılar-Atatürk ve Millî Mücadele
Refik Halit o dönemde Millî Mücadele’ye karşı durur. Bunun se¬
bebi Anadolu mücadelesinin İttihatçı bir hareket olduğu ve İttihatçıların
yönetimi tekrar ele geçirmek için bu hareketi başlattıkları düşüncesinden
kaynaklanır. Bazı İttihatçıların da yer almaları sebebiyle, Millî Mücadele
karşıtları hareketi zayıflatmak için Anadolu hareketini İttihatçı bir hareket
olarak takdim etmişler ve yeni bir girişimle memleketin kalan kısmını da
düşmana verecekleri propagandasını yapmışlardır. Refik Halit de başlan¬
gıçta bu düşünceden hareket eder. Tarihî gelişmeler içinde Atatürk ve
İttihatçılar arasındaki çatışmayı da ele alır. Enver Paşa ve Atatürk arasın¬
daki mücadelenin temelini Çanakkale Savaşı’na dayandırır. Fikrini des¬
teklemek için, Enver Paşa’nın Atatürk’ün Çanakkale’deki başarısını kü¬
çültmek adına aldığı tedbirleri vurgular. Yeni Mecmua’nın Çanakkale
Nüshası’na yapılan müdahale, Refik Halit’e göre bunun açık bir delilidir:
“Ayrı bir vak’a da yarının büyük mücahidine karşı saygımı
arttırmıştı: O nüshada Çanakkale Zaferi başarısı daha ziyade Mus¬
tafa Kemal Paşa’nın eseri olarak gösteriliyordu; buna Enver kız¬
mış, Merkez-i Umumî ile mecmua sahibi merkez âzasından dostum
rahmetli küçük Talât Bey ’i telâşa düşürmüştü. Son saatte mecmua¬
nın içine Alman kumandanının (adını şimdi unuttum, ne karın ağrı¬
sı idi, hatırlamak da istemiyorum) büyük kıt’ada resmi konulmuş,
bir şeyler yapılarak son günlerini yaşayan Başkumandan vekilinin
öfkesiyatıştırılmıştı...” (Karay 1996: 207-208).
Refik Halit ayrıca, Atatürk’ün kısa süreli İttihatçı geçmişinden do¬
layı Millî Mücadele’ye uzak durduğunu söyler. Ancak daha sonra yaşa¬
nan gelişmeler üzerine fikirleri değişir ve Millî Mücadele’nin İttihatçı bir
hareket olduğu düşüncesinden vazgeçer. Atatürk’ü İttihatçılardan ayırır.
Askerliğini ve devlet adamlığını takdir eder. İçlerinde bir tek Atatürk’ü
büyük görür: “. Bunlar veya arkalarında duranlar arasında, ne o zaman,
ne daha sonra -Mustafa Kemal hariç- tek büyük adam yetişmemiştir.”
(Karay 1996: 254-255)
Refik Halit ülkeyi I. Dünya Savaşı’na sürükledikleri ve toprak
kaybına sebep oldukları için Millî Mücadele’de Enver-Talât-Cemal Paşa¬
lara yer verilmemesini takdir eder. Bu noktada İttihatçıların ilk fırsatta
Millî Mücadele’nin başına geçecekleri, iktidar arayışına girecekleri ve
yine boş hayalleri uğruna devlet ve memleketi yeni bir maceraya atacak¬
ları fikrindedir. “Artık Dönünüz, Gözlerimiz Yolda Kaldı I-II___ Bir
Mektuptan” (Karay 1941: 70-76) adlı yazısında hem memleketteki karı¬
şık havayı vurgular hem de bu konuya temas eder. Kamuoyundaki ortak
kanı şudur: İttihatçılardan geriye kalanlar, liderlerinin dönmesi için zemin
hazırlamaya çalışmaktadır. Refik Halit kaçan İttihatçılara bir yandan dö¬
nün derken, ironik bir şekilde memlekete yaşattıklarını vurgular. Mektup¬
ta kullandığı samimî hava, vurgulamak istediği tezada ayrı bir çeşni kat¬
maktadır. Refik Halit halkın dört gözle paşaları beklediğini söyler. Bu
defa gelişlerinde iyi karşılanacaklarını, darbe ve suikastlara gerek kalma¬
dan tekrar en iyi yerlere geçeceklerini, halkın buna itirazının olmayacağı¬
nı vurgular. İstanbul’daki hava budur. Ancak ortada İttihat ve Terakki
mensuplarının dönüşünü zorlaştıran bir sorun vardır: Anadolu’da müca¬
dele eden Kuva-yı Milliye taraftarları İttihatçıların gelişine karşıdır. Paşa¬
ların kaçışından sonra bazı İttihatçılar Millî Mücadele’ye katılma yolunu
seçmişlerdir. Bunların içinden bir kısmı, ilk fırsatta Enver Paşa’nın ülke¬
ye dönmesi ve mücadelenin başına geçmesi amacıyla planlar yapmış,
ancak halkın İttihatçılara olan öfkesi ve Millî Mücadele kadrosunun dik¬
kati sayesinde bu plan bozulmuştur. Refik Halit Anadolu’da mücadele
edenler olmasa, İttihatçıların gelmesinin sorun teşkil etmeyeceğini söyler
ve yazısını ironik bir davetle bitirir.
Refik Halit, Millî Mücadele esnasında ve Cumhuriyet sonrasında
Atatürk’e yönelen muhalefetin arka planında da bu İttihatçı zihniyetin
yattığını vurgular. Daha sonra meydana gelen Atatürk suikastını ise kalan
İttihatçıların hükümeti tekrar ele geçirme provası olarak görür. (Karay
1996: 291-292)
VII-Îttihatçı Liderlerin Devre Yansıyan Portreleri
Refik Halit farklı yazılarında İttihatçıların devre yansıyan portrele¬
rini değerlendirir, kendi aralarındaki çatışmalara yer verir. Politikanın
acımasız yüzünü, bu çark içinde harcanan portreler aracılığıyla ortaya
koyar. Ona göre İttihatçıların başarısızlığına en büyük sebep çok başlılık¬
tır: “İttihat ve Terakki büyük bir başa sahip olamadığından yahut birçok
küçük başların elinde kaldığından dolayı bir siyasi partinin başına gelen
en elemli âkıbete uğradı: İdeali olan hürriyet idaresini kuramadıktan baş¬
ka devleti de çökertti.” (Karay 1996: 255)
Memlekete yaşattıklarından dolayı partinin üç önemli ismi Enver,
Talât ve Cemal Paşaları suçlar. Bu üç isim partide ön plana çıkar ve İtti¬
hat ve Terakki politikalarını onlar belirler. Ancak bu üçü arasında da tam
bir uyumdan söz etmek mümkün değildir. Bu sebeple İttihat ve Terakki
çok başlı bir görünüme sahiptir. Devrin değişen hâdiselerine bağlı olarak
daha sonra Cemal Paşa geri planda kalır. Enver-Talât ikilisi ön plana
çıkar. Refik Halit, Ziya Gökalp’ın hepsinin üstünde bir yeri olduğunu
belirtir. Bu üç ismi iskambil kâğıtlarındaki aktörlere benzetir ve böylece
İttihat ve Terakki’nin ülke idaresini nasıl bir kumar gibi gördüğünü tesirli
kalemiyle şöyle verir: “Enver Paşa kupa beyi, Talât Paşa orya (karo) pa¬
pazı idi; Cemal Paşa merhum da bir ara maça birlisi vazifesini görüyordu.
Oyunun sinek papazı belki cemiyetin merkez-i umumîsi idi; lâkin hepsi¬
nin yerini tutan esrarlı ve mutlak nüfuzlu bir kâğıt, bir kart, bir joker
mevcuttu ki o da hâlâ hürmet ve muhabbetle andığım Ziya Gökalp idi.”
(Karay 1996: 26-27)
Refik Halit bir fotoğraftan yola çıkarak Enver Paşa ve Cemal Paşa
arasındaki mücadeleye yer verir. İkisinin fotoğrafa yansıyan hâlleri, ara¬
larındaki rekabet duygusunun canlı bir delili durumundadır. Burada yine
Refik Halit’in romancı kişiliği ön plandadır. Onun kalemi sayesinde fo¬
toğraf canlanır ve biz bu fotoğrafın hangi mânâyı taşıdığını daha iyi an¬
lama imkânı buluruz:
“Cemal Paşa’yı -pek çoğu gibi- ancak resimlerinden tanır¬
dım. İlle Sinâ cephesinde mi, Medine yolunda mı, Enver Paşa ile
yan yana otomobilde çekilmiş fotoğrafı zihnime hakkolmuştu: Bel¬
liydi ki, o ufacık bıyıklı körpe başkumandanın arabada sol tarafın¬
da oturması canını sıkmıştı. Nüfuz ve kudretini anlatmak için had¬
dinden fazla kabarmış, yayılmış, yaslanmış, gözlerini açıp sakalını
da dimdik ettiğinden çok heybetli bir manzara almış, otomobili o
kaplamıştı. Enver, sağda olmasına rağmen imparatorla gezmeye
çıkmış genç bir veliaht gibi acemi ve utangaç duruyordu. İşte zih¬
nimin Cemal Paşa ’sı bu resimdeki çehre idi; tesir altındaydım. ”
(Karay 1943: 149-150)
Refik Halit’e göre bu çatışmanın bir delili daha vardır: Cemal Paşa,
Enver Paşa ve Talât Paşa karşısında yalnız kaldığı için, Suriye’de hü¬
kümdarlığını ilân etme düşüncesine kapılmıştır. Refik Halit bunu geri
planda kalmanın doğurduğu ruh hâline bağlar (Karay 1996: 13).
Refik Halit’in İttihatçılar arasında sadece Ziya Gökalp’a sonsuz
saygısı vardır. Birinci sürgünlüğünden kurtulmasını Ziya Gökalp sağlar.
Böylece Refik Halit, İstanbul’a ve basın dünyasına tekrar döner. Bu şahsî
minnettarlığının yanı sıra, Ziya Gökalp’ı fikir adamlığı yönüyle ön plana
çıkarır. İttihatçılar fikirden ziyade kuvvete önem vermişler, asıl kuvvetin
fikir olduğu gerçeğini hiçbir zaman kabul etmemişlerdir. Ziya Gökalp ise
bunun tam tersine fikir mücadelesi vermiş ve partiyi fikrî açıdan kuvvet¬
lendirmeye çalışmıştır. Ancak kendisinin bu faaliyeti İttihat ve Terakki
tarafından anlaşılmamıştır. (Karay 1943: 150)11
Refik Halit yazılarında politikanın nankör yönünü de ortaya koyar.
Niyazi Bey’in geyiği bunun için iyi bir örnektir. Niyazi Bey’in etrafında
oluşan halka sebebiyle, geyiği İstanbul’da önce kahramanlar gibi karşıla¬
nır, bir dönem seyirlik obje gibi oradan oraya gezdirilir. Sonra o da Niya¬
zi Bey gibi geri planda kalır ve unutulur. (Karay 1996: 43-45)
“Nankör Politika” (Karay 1939/3: 58-60) adlı yazısında “eb-i
Meşrutiyet” kabul edilen Ahmet Rıza’nın önce Jön Türkler arasında gör¬
düğü büyük ilgiyi, sonra onlar tarafından bir kenara atılışını anlatır. Paris
Jöntürklüğünün lideri olan, bir ara bu liderliği Mizancı Murat Bey’e
kaptıran Ahmet Rıza ilk günlerde sembol hâline gelmiş ve “Meşruti-
yet’in bir âbidesi gibi” (s. 58) alkışlanmıştır. Ancak politika çarkı ve poli¬
tikanın değişen hâdiselere bağlı olarak takındığı farklı çehre yüzünden
geri planda kalmıştır. Çünkü politikada artık yeni aktörler ve değerler
vardır.
“Ahrette Buluşma” (Karay 1939/3: 61-63) adlı yazısında bu defa
II. Abdülhamit ve Ahmet Rıza’yı ahirette buluşturur. İki eski düşman
ahirette bulunmanın verdiği huzurla konuşurlar. Ahmet Rıza II. Meşruti-
yet’in ilânı günlerinde hürriyete hizmetinden dolayı biraz saygı görmüş,
ancak kısa süre sonra eski mevkiini kaybetmiştir. Guraba
Hastahanesi’nden ahirete gelmiştir. Padişah Ahmet Rıza’nın durumu
karşısında şaşkınlığını dile getirir. Sonra iki eski düşman birlikte İttihatçı¬
lar üzerinde konuşurlar. İttihatçıların hepsi, işledikleri suçların cezasını
çekmek üzere cehennemdedirler: “-_ Cemal ile Talât gayya
kuyusu civarında, oldukça sıcak bir mahallede oturuyorlar. Enver yakında
buraya nakledilecekmiş. Nazım’la Canbulat daha bir müddet külhan
dairesinde hizmet mecburiyetindedirler; Şükrü ifritler koğuşunda!” (s. 62¬
63)
Cavit Bey ise hakkında, henüz karar verilemediği için kapıdadır: “¬
Onun mezhebinde ihtilâf hâsıl oldu, hayrı ve şerri de henüz muhasebe
ediliyor. Bizim parkın kapısında muvakkaten bir bekçi kulübesi verdiler,
orada sakin. Fakat içeriye girmesi memnu!...” (s. 62-63) Bu esnada bile
gözü hâlâ para işlerindedir: “-‘Beni ahirete göndermekte acele ettiler,
şimdi orada olsaydım kambiyo işini yoluna koyardım!’ diye övünüyor ve
üzülüyor.” (s. 62-63)
Yazının sonunda huri Gülendam, Ahmet Rıza’ya Kevser sunar.
Ahmet Rıza her ne kadar Meşrutiyet öncesinde hareketin lideri olmuş,
Meşrutiyet’in ilk günlerinde alkışlanmışsa da, sonrasında geri planda
kalmış, hatta unutulmuştur. Refik Halit bu yazısında da İttihatçıları yargı¬
lamış ve Meşrutiyet sonrasında yaşananlarda payı olmaması sebebiyle
Ahmet Rıza’yı masum bulduğu için Kevser’i sadece ona lâyık görmüştür.
Refik Halit II. Meşrutiyet ve İttihat ve Terakki’yi geniş bir çerçe¬
vede bu şekilde değerlendirmiş, Meşrutiyet etrafında gelişen olayları ve
İttihat ve Terakki’nin devre yansıyan yönlerini yazılarında konu etmiştir.
Bu yazılarda keskin bir gözlem ve mizah, bunun yanı sıra kurguya dayalı,
sembollerle kuvvetlendirilmiş bir anlatım vardır. Refik Halit’in yazıları
ayrıca edebiyat-toplum-politika ilişkisinin farklı boyutlarını da gözler
önüne sermektedir.
ADIVAR, Halide Edib, “Edebiyatımızın Son Simaları ve Safhaları”, Yeni Türk
Edebiyatı Metinleri 4: Eser Tanıtma ve Önsözler, hzl. İ. Enginün-Z.
Kerman, Dergâh Yay., İstanbul 2011, s. 105-119.
AKTAŞ, Şerif (2004), Refik Halit Karay, Akçağ Yay., Ankara.
BEYATLI, Yahya Kemal, Çocukluğum, Gençliğim, Siyasî ve Edebî Hatıralarım,
İstanbul Fetih Cemiyeti Yay., İstanbul (3. bs.).
BEYATLI, Yahya Kemal, Siyasî ve Edebî Portreler, İstanbul Fetih Cemiyeti
Yay., İstanbul (3. bs.).
ENGİNÜN, İnci-KERMAN, Zeynep (2011), Yeni Türk Edebiyatı Metinleri 4:
Eser Tanıtma ve Önsözler, Dergâh Yay., İstanbul.
KARAOSMANOĞLU, Yakup Kadri (1969), Gençlik ve Edebiyat Hatıraları,
Bilgi Yayınevi, Ankara.
KARAOSMANOĞLU, Yakup Kadri (1987), Hüküm Gecesi, İletişim Yay., İs¬
tanbul (2. bs.).
KARAY, Refik Halit (1939/1), Ago Paşa’nın Hatıratı, Semih Lütfü Kitabevi,
İstanbul (2. bs.).
KARAY, Refik Halit (1939/2), Ay Peşinde, Semih Lütfü Kitabevi, İstanbul (2.
bs.).
KARAY, Refik Halit (1939/3), Bir Avuç Saçma, Semih Lütfü Kitabevi, İstanbul
(2. bs.).
KARAY, Refik Halit (1996), Bir Ömür Boyunca, İletişim Yay., (2. bs.).
KARAY, Refik Halit (1940/1), Guguklu Saat, Semih Lütfü Kitabevi (2. bs.).
KARAY, Refik Halit, “Harp Zengini”, Yeni Mecmua, 2 Mayıs 1918, s. 302-303.
KARAY, Refik Halit (1939/4), İstanbul’un Bir Yüzü, Semih Lütfü Kitabevi (2.
bs.).
KARAY, Refik Halit (1940/2), Kirpinin Dedikleri, Semih Lütfü Kitabevi (2.
bs.).
KARAY, Refik Halit (1992), Minelbâb İlelmihrâb, İnkılâp Kitabevi (2. bs.).
KARAY, Refik Halit (1941), Sakın Aldanma, İnanma, Kanma, (2. bs.).
KARAY, Refik Halit (1943), Üç Nesil Üç Hayat, Semih Lütfü Kitabevi (2. bs.).
KOÇ, Murat (2005), Türk Romanında İttihat ve Terakki (1908-2004), Temel
Yay., İstanbul.
KOÇ, Murat (2010), Yeni Türk Edebiyatı’nda İstanbul Adaları, Eren Yay., İs¬
tanbul.
PAÇACIOĞLU, Burhan (2000), “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin İktisadî Politi¬
kası ve Sivas’ta Kurulan Bir Komandit Şirket”, Türklük Bilimi Araştırma¬
ları, Nr. 8, s. 185-197.
POLAT, Nazım Hikmet (2003), “II. Meşrutiyet Devri Türk Kültür, Edebiyat ve
Basın Hayatının Bir Yansıtıcısı Olarak Rübâb Dergisi”, Türklük Bilimi
Araştırmaları, Nr. 14, Güz 2003, s. 7-41.
POLAT, Nazım Hikmet (2000), “Rıza Tevfik Osmanlı Mebusan Meclisi’nde
veya Bir Meşrutiyetperverin Sukut-ı Hayale Uğraması”, Türklük Bilimi
Araştırmaları, Nr. 8, s. 7-88.
TUNAYA, Tarık Zafer (1998), Türkiye’de Siyasal Partiler II: İkinci Meşrutiyet
Dönemi, İletişim Yay., İstanbul.
Halide Edib Adıvar, Refik Halit’in mizah gücünün dokunduğu her şeyi
değiştirdiğinden bahseder. Bk. (Enginün-Kerman 2011: 107-109)
Yakup Kadri de hatıralarında Refik Halit’in aldığı tehdit mektuplarından
bahseder: Daha arkadan İttihat ve Terakki komitesinin eli silâhlı fedaileri
türlü türlü tehditlerle onu sindirmek yolunu tuttular. Hafta geçmez, gün
geçmezdi ki, Cem dergisindeki masasının üstü, imza yerine kâh bir tabanca,
kâh bir hançer resmi taşıyan mektuplarla dolup boşalmasın. Refik Halit
zavallı dostumuz Ahmet Samim’in uğradığı felâketin de böyle mektuplarla
başladığını bildiği halde, bunların hiçbirine ehemmiyet vermez, kimini
buruşturup kâğıt sepetine atar, kimini de bilmem neden, pek tuhaf bularak
açar ve kahkahalarla gülerek okurdu. Hatta, kimini de o günkü yazısına alay
konusu yapmaktan çekinmezdi ve bundan âdeta zevk duyardı.
Bu zevk, bir kahraman ya da bir martir mertebesine erişmiş kimselerin
göğsünü kabartan bir gurur duygusuna mı verilebilirdi? Hiç sanmıyorum.
Refik Halit’te ne bir kahraman ne de bir martir olmak hevesi vardı.
Yukarılarda da söylediğim gibi, onun yegâne amacı rahat, zevkli ve ferahlı
bir ömür sürmekten ibaretti. Nitekim, tabancalı, hançerli mektuplarla birlikte
gelmiş olan bir küme sevgi, saygı ve hayranlık mektuplarını da aynı
kayıtsızlıkla gözden geçirip kenara koyar koymaz soluğu bir mektep kaçkını
afacanlığıyla hemen Beyoğlu Caddesi’nde alırdı.” (Karaosmanoğlu 1969:
72-73)
Bk. Tunaya 1998: 294-343.
Halide Edib Adıvar, Refik Halit’in yaşadığı bu sürgün hakkında şunları söy¬
ler: “Refik Halit’in nefyedilmesi dostları ve Türk sanatkârları için bir esef,
fakat Türk edebiyatı için bir kazanç oldu. Şehrin fikri mariz, oldukça Avrupaî
ve sun’î havasından Türk hayatının ta kalbine düşmüştü. İnsan ve hakikate
kitap sayfasında değil, şimdi artık eliyle, gözüyle, kalbiyle temas ediyordu.
Bütün yaşayan ve kuvveti olan sanatların eczasını teşkil eden arz ve arzın
çocuklarına dokunmuştu. Oldukça süslü şehirli fikirleri genişlemiş,
sadeleşmiş, şehrî Avrupaî lehçesi simasını kaybetmiş, birdenbire Türkçe’nin
zaferi olan kavî, zengin, milletin an’anevî tabirlerini, hayallerini ifade eden
canlı bir sanat ve hayat vasıtası olmuştu.” Bk. (Enginün-Kerman 2011:
107).
“Metampsikoz” adlı yazısında ruhun bedenden bedene geçişi nazariyesini söz
konusu eder ve kendisini her devirde, her şeye muhalif olanların ruhuna
bağlar. Kendisi de devrin nüfuzlularıyla hoş geçinip çıkar sağlamak yerine,
mücadeleyi tercih etmiş, bu sebeple türlü acılar çekmiştir (Karay 1939/2: 57¬
62).
Yakup Kadri bu durum hakkında şunları söyler: “Posta-Telgraf Nazır veya
Umum Müdürü Refik Halit, benim bildiğim Refik Halit olamazdı. Bu yeni du¬
rumunu herkesten ziyade kendisinin gülünç bulması gerekirdi. Bir İngiliz
yüzbaşısının kurup oynattığı bir kukla hükümette onun ne işi vardı? Ona na¬
sıl bir rol düşebilirdi? O büyük Türk yazarını hangi tesadüfler, kaderin hangi
terslikleri dönüp dolaştırıp âkıbet birtakım yabancı subayların acayip ve ga¬
rip oyuncakları arasına sokmuştu.
Acayip ve garip mi? Hayır; itiraf ederim ki, ben Refik Halit’i bu duru¬
munda, beş yıl evvel Pehlivan Kadriler, Refii Cevatlar gibi kimselerle birlikte
bir kara tekneye bindirilirken gördüğüm sürgün Refik Halit’ten daha acıklı
buluyordum. ” (Karaosmanoğlu 1969: 83-84).
Bu konu için ayrıca bk. (Polat 2000: 7-88).
Bu konu için bk. (Paçacıoğlu 2000: 185-197).
Yeni Mecmua, 2 Mayıs 1918, s. 302.
Romanın daha geniş tahlili için bk. 1- Aktaş 2004. 2- Koç 2005: 417-420. 3-
Koç 2010: 187-191.
Bu duruma Yakup Kadri Karaosmanoğlu Hüküm Gecesi (s. 300-307), Yahya
Kemal Beyatlı Çocukluğum, Gençliğim, Siyasî ve Edebî Hatıralarım (“İttihat
ve Terakki’ye Dair”, s. 174-175) adlı eserlerinde de temas ederler.